9 Ağustos 2010 Pazartesi

Assist by Rooney

Community Shield 2010 maçını izlediniz mi bilmiyorum, izlemeyenler en azından maçtaki ilk golü izlemeli diye düşünüyorum. Rooney'in asistiyle Valencia'nın attığı gol dünya kupası sonrası oluşan futbol açlığımı farkettirdi bana. Vardır ya hani otomatiğe bağlamak, top gelirken nereye paslayacağını düşünmek, ezbere oynamak, hepsi vardı o golde. 36'lık Scholes'un sağ çizgiye doğru attığı uzun topa hareketlenen Rooney arka tarafa bi göz atıp Valencia'nın içeri koştuğunu görünce bakmadan yerden sert bir top kesti, Ekvatorlu da temiz vurdu topa. Sanki son yıllardaki bir Barça bir İspanya golü gibiydi.


6 Ağustos 2010 Cuma

Türk Mentali


Bobo pres yapıp topu kapmış gole giderken bir darbeyle indirildi, kırmızı kart. Ayağa kalkan Bobo rakibin 10 kişi kalmasına sevinirken, Q7 ve Delgado frikiği kimin kullanacağını tartışıyorlar, çok da tartışma denemez, Q7 ağırlığını koyuyor hemen. Bu sırada defanstan kopup gelen İbrahim Toraman hakeme pozisyonun ceza sahası içinde olduğunu anlatarak penaltı istiyor!! Yapma be kardeşim, pozisyonun başrolü Bobo ağzını açmamış sen nasıl gördün 50 metreden penaltı olduğunu?

23 Temmuz 2010 Cuma

Galatasaray - Fenerbahçe / Gurbet Kupası 2010


Uzun bi süre daha bu kupa oynanmayabilir diye düşünüyorum, adamlar bize stad falan vermezler artık. Güya dostluk derbisiydi, sarı kartlarla başladı maç, gerginliklerle başladı, Bilica yine oralardaydı, Selçuk hakemi türk sandı galiba, o çelme bilerek yapılmış bir hareket gibi geldi bana. Hayatımda bu kadar gergin hazırlık maçı görmedim. Özellikle ilk yarı sarı karttan geçilmedi bu yüzden oyun anlamında bir şey yoktu. Fenerbahçe Baroni sayesinde iyi bir kontratak yakaladı ve Santos'la golü buldu. Meşaleler hazırda bekliyormuş meğersem. Yanan meşaleler üzerine bu tür olaylarla pek karşılaştığını sanmadığım Alman hakem soyunma odasına gitti ve oyun 10 dakika kadar durdu.


İkinci yarıda top Galatasaray'daydı fakat istenilen pozisyonlar bulunamadı, akılda kalan Batdal'ın kaçırdığı şans var sadece. Arda frikik mi çalışmış ne, her iki yarıda çok tehlikeli frikikler kullandı. En azından Sabri gibi dağlara taşlara değildi. Musatafa Sarp'ın bu takımda direkt oynayacak bir adam olmadığı düşüncem bir kez daha pekişti. Bel olsam elde olan adamlardan Barış'ı koyarım Cana'nın yanına. Fenerbahçe'nin ikinci yarıda hiç hücuma çıkmaması da ilginçti. Takımından gol bekleyen Galatasaray taraftarları da gol gelmeyince meşalaler elde kalmasın diyerek bir kez daha duman altı ettiler ortalığı.

Sonuç olarak amaç hazırlıksa bence bu bir hazırlık maçı olmadı. O kadar faule rağmen hiç uzatma oynatmayan hakemin Barış'a söyledikleri maçın tek cümlelik özeti olabilir: Bu maçı daha fazla oynatacak kadar deli miyim ben?

Lig TV - 2010

Televizyonun olmazsa olmazı nedir? Tabi ki futbol.. Kalitesi süper olmasa da adı süper olan ligimizin başlamasına az bir süre kaldı. Sene başında yapılan ihaleyle Lig TV'de devam edecek maçlar. Yeni ihaleyle birlikte kasasından daha çok para çıkaran kanal değişik tarifeler sunarak daha çok insana ve dolayısıyla daha yüksek satış rakamlarına ulaşmayı amaçlıyor.



Sadece tuttuğunuz takımın maçlarını izlemek isteyenler için, sadece şampiyonların maçlarını izlemek isteyenler için paketler var. Örneğin; Galatasaray maçları bana yeter diyorsanız 1 yıllık sözleşmeyle ayda 35 liraya, 2 yıllık sözleşmeyle ayda 40 liraya maçların keyfini kendi koltuğunuzda çıkarabilirsiniz. Yalnız fiyatlar arasında az fark olması diğer paketleri de cazip kılıyor, iyi bir pazarlama taktiği.. FB, BJK, Trabzon ve Bursa maçlarını da isterseniz ayda 40 ya da 45 liraya, ben bütün maçları izlerim diyorsanız ki böyle birini tanımıyorum, o zaman ayda 44 ya da 49 liraya her maçı izleyebiliyorsunuz. Şunu da hatırlatayım bu sene ligdeki her maç canlı yayınlanacak, cumadan pazartesiye. Aylık 35 liralık Galatasaray paketini gözüme kestirdim ben..

20 Temmuz 2010 Salı

The Devil's Advocate



Yine çok uzun zaman önce elime geçen fakat izlemeyi hep ertelediğim filmlerden biri. Oyuncu kadrosuna bakınca ertelenecek bir film gibi değil aslında; Al Pacino, Keanu Reeves, Charlize Theron... Yapım yılı 1997, yönetmeni Taylor Hackford.

Bir insan nasıl bu kadar hırslı olabilir? Kevin Lomax, genç ve başarılı avukat, eşi hastadır ve patronundan "eşinin yanına git sana ihtiyacı var" tavsiyesi üzerine şöyle der: You know what scares me? I quit the case, she gets better... and I hate her for it. Yuh yani.. Keanu Reeves benim sevmediğim bir aktör, oynadığı karakter de uyuz olunca hakkını vermiş. Sırf başarısı sekteye uğramasın diye müvekkili suçlu olsa bile bir şekilde davayı kazanıyor, iğrenç bir suç olsa bile-matematik öğretmeni. "Lose? I don't lose! I win! I win! I'm a lawyer! That's my job, that's what I do!" Bu ne kibir be arkadaşım, filmin en ünlü repliği senin için gelsin; Vanity, definitely my favorite sin.

John Milton, Al Pacino'nun can verdiği karakter, mükemmel oyunculuk, harika mimikleri var. Biri ekşide yazmış, asansör sahnesinde dilini üst dişlerine değdirişi mesela.. Bu adam gerçekten çok farklı. Aşk hakkındaki repliği enteresan: Overrated. Biochemically no different than eating large quantities of chocolate. Ayrıca sanırım Charlize Theron'un ilk ciddi filmi bu, bence gayet iyi oynamış.

Filmin son sahnesi ise her şeyi başa sarıyor, Al Pacino'dan kaçış yok!




19 Temmuz 2010 Pazartesi

Kewell from Galatasaray



Daddy Cool en az 1 sene daha bizimle. Dünya Kupası'nda oynadığı ilk ve son maçın 25. dakikasında talihsiz bir kırmızı kart görünce ne kadar üzüldüysem bu habere kat kat daha sevindim. Belki takımın en iyi oyuncusu değil belki bazen sakat belki 60. dakikadan sonra yoruluyor ama biz onu çok seviyoruz. Onun bize kattığı sadece saha içi performansı değil ki istatistiklerine bakılırsa son 2 yılda Milan Baros ile birlikte takımın gol yükünü sırtlayan adam. Üstelik santrafor değil. Ama orda da oynadı değil mi, stoperde de oynadı, sağ açıkta da, nerde görev verilirse, nerde ihtiyaç varsa..

Ayrıca takımdan ayrılan Keita, Giovani gibi kanat oyuncularının yerine henüz Serdar Özkan dışında transfer yapılmamışken kadroda bir Harry Kewell olması çok mantıklı. Hem belki Serdar'a biraz bitiricilik öğretir :)

Sonuç olarak; his name is Kewell, Kewell from Galatasaray! Reklamı hatırlamak isteyen var mı?


edit: Yazıyı yazdıktan hemen sonra bir kanat oyuncusu olan Juan Pablo Pino da resmi siteden duyuruldu, o da hayırlı olsun. Kanat rotasyonu tamamdır artık..

18 Temmuz 2010 Pazar

Cloverfield



“Bu filmi yeni mi izledin?” diyenler olabilir cevabım “evet ne var”. Filmin dvdsi uzun zaman önce geçti elime fakat türkçe çevirisi Canavar olduğu için bi kenara koymuşum, bu tarz yapımlar pek ilgimi çekmez. Ancak bu aşırı sıcak pazar gününde yapacak daha iyi bir şeyim olmadığı için çekmecemin bir köşesinden çıkan bu filme bir şans vereyim istedim.

Yapım yılı 2008, yönetmeni Matt Reeves. Olay Manhattan'da geçiyor, bi yaratık şehre saldırıyor, klasik bi senaryo gibi, yalnız olayı yaşayan gençler bunu kameraya alıyorlar ki burası ilginç bence. Görsel efektlerin çok ilgimi çekmediğini söyleyebilirim. Ancak filmin tamamı bir el kamerasıyla çekiliyor ki bence çok değişik olmuş, benim hoşuma gitti. Bir de Özgürlük Heykeli'nin kellesinin kopması var ki bugüne kadar New York'un başına ne gelirse gelsin hep ayakta kalmıştı o heykel.



Biraz da karakterlerden bahsetmek istiyorum, olayları kameraya alan Hud'u sevmedim, şapşal herif nerde ne konuşacağını bilmeyen bi adam. Tam bir gözlüklü şişman tipi. Esas çocuk Rob çok delikanlıymış, takdir ettim. O hengamede yaşadığından emin bile olmadığı Beth'i yani sevdiği hatunu kurtarmak için kendini tehlikeye attı, helal olsun. Beth de Beth yalnız, o ne güzellik öyle.

Sonuç olarak belki saklamayacağım bu filmi belki bir daha izlemeyeceğim ama iyi vakit geçirdim diyebilirim.

7 Mart 2010 Pazar

Başlarken


Herkese merhaba,


Konuşmak lazım, paylaşmak lazım, uzaktaysan eğer; yazmak lazım..
Uzun soluklu bir blog sayfası olması dileğiyle...